Hâkimin takdir yetkisi ile ilgili olarak pozitif hukuk sistemimizde en genel düzenleme TMK m. 4 hükmüdür. Bu hükmün öncelikli uygulama alanı maddi hukuka ilişkin hükümler hakkındadır. Ayrıca bu düzenlemenin de dâhil olduğu TMK’nın genel nitelikli hükümlerinin tüm özel hukuk ilişkilerinde uygulanacağı hükmü düzenlenmiştir (TMK m. 5). Her ne kadar usûl hukukuna ilişkin kimi düzenlemelerin kamu düzeninden olduğu[1] ve çoğunlukla kanun boşluğu içermediği değerlendirilebilse de kanun koyucu bazı hâllerde hâkime usûli takdir yetkisi vermiştir. Hâkime tanınan bu usûli takdir yetkilerinden biri de davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkindir (HMK m. 166 vd.).[2]
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkin hükmü (HMK m. 166), hâkimin somut olayda şartların gerçekleşmesi hâlinde davaların birleştirilmesine ya da ayrılmasına karar verebileceğini düzenlemiştir. Buna göre hükmün düzenleniş biçimi ([…]birleştirebilir, […] ayrılmasına …karar verebilir) hâkimin bu yönde bir karar verirken takdir yetkisine sahip olduğunu belirtmektedir.[3] Kanunda belirtilen şartların gerçekleşmemesi hâlinde hâkimin bu yönde bir karar verebilmesi mümkün değildir. Fakat şartların gerçekleştiği herhâlde hâkim birleştirme veya ayırma kararı vermez. Takdir yetkisini kullanırken ise bazı usûl hukuku ilkelerini göz önüne alır. Bu ilkeler arasında öncelikle usûl ekonomisi ilkesi belirtilebilir. Bunun yanında hâkim karar verirken; çelişkili kararların ortaya çıkmasının engellenmesi ve gerçekliğin ortaya çıkarılması gibi ilkeleri göz önüne alır.[4] Davaların ayrı görülmesi kuralının bir istisnası teşkil eden davaların birleştirilmesine ve birlikte açılan davaların birlikte görülmesi kuralına istisna teşkil eden davaların ayrılmasına yukarıda belirtilen ilkelerin gerçekleşmesi için hâkim tarafından takdir yetkisi kullanılarak karar verilir.[5]
Hâkimin takdir yetkisini sınırlandıran birtakım hususlar söz konusudur. Hâkimin bu yetkiyi kullanabilmesi için kanun koyucu tarafından bir kural içi boşluğun oluşturulması gerekir.[6] Hâkim buna göre takdir yetkisini kullanırken taraflar açısından hukukî güvenlik, ölçülülük, öngörülebilirlik ve belirlilik prensiplerini de dikkate almalıdır.[7] Hâkim, hakkında takdir yetkisi kullanıyor olduğu hukuk kuralının gütmüş olduğu amacı da göz önüne alarak bulduğu çözümü soyut hukuk kuralıyla ve onun sınırları içerisinde kalarak bütünleştirir.[8] Ayrıca hâkim bu yetkiyi kullanırken kanun tarafından çizilen sınırların dışına çıkamaz.[9]
Takdir yetkisi; yargılama konusu olaya ilişkin uygulanacak olan hukuku doldurmak üzere hâkime verilmişse, bu durumda maddî takdir yetkisi söz konusu olur. Buna karşın; yargılamanın düzenli bir şekilde yürütülmesi için hâkime tanınan takdir yetkisi usûli takdir yetkisidir.[10] Hâkimin takdir yetkisinin sınırlarını belirlemede ölçüt; maddî takdir yetkisinde hakkaniyet ve nesafet kuralları,[11] usûli takdir yetkisinde ise usûl ekonomisi ilkesi olarak gösterilebilir.[12] Doktrinde bir başka görüşe göre ise takdir yetkisi; maddî hukukta uygulanacak bir kuralın hakkaniyet ve nesafet ilkeleri uyarınca tamamlanmasını ifade eder ve niteliği itibariyle bir maddî hukuk kuralıdır.[13] Aksi görüşe göre ise hâkimin takdir yetkisinin usûl hukuku bakımından da söz konusu olması mümkündür. Örneğin hâkimin delilleri serbestçe takdir etmesi hususu usûl hukukuna dair bir yargılama hukuku kurumudur.[14]
[1]Medeni usûl hukukunun özel hukuk-kamu hukuku ayrımında karma karakterli bir hukuk disiplini olduğu hakkında bkz. Süha Tanrıver, Medenî Usûl Hukuku, Cilt 1, Ankara 2016, s. 128.
[2]Bu konuda bir başka örnek de yargılama giderlerinden sorumluluğa ilişkin olarak düzenlenen HMK m. 326 hükmüdür. Buna göre hâkim, “…yargılama giderlerini tarafların haklılık oranlarına göre paylaştırır […] aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini bunlar arasında paylaştırabileceği gibi müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir”.
[3]Kemal Oğuzman/Nami Barlas, Medenî Hukuk, 22. B., 2016 İstanbul, s. 93.
[4]İbrahim Ermenek, Medenî Usul Hukukunda Davaların Birleştirilmesi ve Ayrılması, Ankara 2014, s. 183.
[5]Ermenek, s. 183, 184.
[6]Ermenek, s. 184; Dinçkol, s. 178
[7]Ermenek, s. 184.
[8]Edis, s. 173.
[9]Dinçkol, s. 179.
[10]Ermenek, s. 185.
[11]Bu konuda bkz. Tahsin Adam, Hâkim ve Nasafet, Adalet Dergisi, Sayı 6, 1941, s. 365: “…nasafetin hususî bir vakaya adaletin tatbikinden ibaret olduğunu […] kanunun umumî ve mücerred hükümlerinin, hususî muşahhas hallerde hakimiyet hissini tatmin edecek bir şekilde tatbik edilmesinden ibaret olduğunu söylemekle iktifa ediyoruz”.
[12]Ermenek, s. 185.
[13]Hüseyin Altaş, Medeni Hukuk Başlangıç Hükümleri, Ankara 2014, s. 357.
[14]Edis, s. 174.